23 Ocak 2024 Salı

Kılıçdaroğlu’nun Adaylığının CHP’li Destekçileri

 

Türkiye Siyasetine Seçimler Aynasından Bakmak III

CHP genel başkanının adaylığı parti içinde dile getirilmeye başlandığında, bu adaylığa destek gerekçelerinin oldukça farklı olduğu görülür. Kılıçdaroğlu’nun üç farklı destekçisi vardır. Birinci kategoride bu adaylığı, zaferine samimi bir şekilde inanarak destekleyenler bulunur. Onları, CHP genel başkanının adaylığını gerçekçi bulmadıkları, kazanmasının imkânsızlığını öngördükleri halde, oyun-bozucu duruma düşmemek ya da kariyerlerini korumak için desteklemek zorunda kalanlar izler. Üçüncü kategoride ise, farklı iktidar odaklarıyla ilişkileri nedeniyle bu adaylığı sinikçe destekleyen CHP’liler vardır.

Daha somut konuşulacak olursa, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını samimiyetle destekleyen ve onun zaferine inanan CHP’liler içinde en büyük yeri, Alevi kesimin temsilcileri alır. Kuşkusuz CHP bir Alevi partisi değildir. Üyeleri arasında Alevilerin çoğunlukta olduğunu söylemek de gerçekçi olmaz. Ne var ki Alevilerin bu parti içindeki dinamizmlerinin, onlara yönelik tehdit algısının şiddetlendiği 15 Temmuz 2016 sonrasında iyice güçlendiğini görmek gerek. Kuşkusuz Türkiye’de devletin, Sünniliğe arka çıkış sicili çok eskidir. Ne var ki geçmişte devleti ve bir ölçüde de siyaseti kontrol eden geleneksel ordu-bürokrasi iktidar bloğunun dini kontrol altında tutmaya çalışan katı ‘laikçi’ politikaları, Aleviler için belli bir korunma garantisi anlamına da gelmekteydi. Ne var ki 2000’li yıllarda Türkiye’de iktidar katında yaşanan hegemonya mücadelesi, sonunda gerek devletin kontrolünde gerekse onun dine yönelik politikalarında önemli dönüşümler anlamına gelecek ve söz konusu korunma algısı büyük ölçüde sarsılacaktır.

15 Temmuz’un yarattığı yeni atmosfer ise, kaçınılmaz bir biçimde Alevilerin sahip oldukları mevzilere, doğal olarak bunlar arasında en önemlisi olan CHP’ye çok daha sıkı, hatta bağnazca sarılmalarını getirmiş olmalı. Unutmamak gerekir ki, 15 Temmuz 2016 olaylarının ardından CHP, 24 Temmuz günü için Taksim’de bir ‘Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi’ çağrısı yaptığında bu çağrıya -bir zamanlar Cumhuriyet mitinglerine yüzbinlerle akan klasik CHP kitlesi değil- esas olarak Aleviler yanıt vermişti. Çünkü o anda sadece onlar, diğer şeyler yanında haklı olarak, 15 Temmuz’un Alevi-karşıtı bir iktidarın gücünü daha da perçinlemesi anlamına geldiğini hissetmekteydiler. Bütün bunlar dikkate alındığında, içlerinden çıkan bir siyasetçinin muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak belirlenmesinin, CHP’li Aleviler tarafından büyük bir kazanım olarak görüleceği muhakkaktır.
Alevilerin dışında tabii ki bu adaylığa destek olan, Kılıçdaroğlu’nun başarısına naif bir şekilde inanmış CHP’liler de olmalıdır. Ayrıca siyasal yaşamlarını CHP genel başkanının liderliğine bağlamış olan kimi CHP’li siyasetçilerin de bu adaylığın gerçekleşmesi için samimiyetle çalıştıkları söylenebilir. Gerçi bunların arasında, Kılıçdaroğlu’nun muhalefetin en zayıf adayı olduğunun farkında olabilecek kadar deneyli CHP siyasetçileri de vardır. Ancak muhtemeldir ki gerek Kılıçdaroğlu’nun gerekse onu destekleyen CHP kadrolarının kararlılığı, onları bu konuda fazla ses çıkarmamaya yönlendirmiş olmalı.

En nihayet CHP içinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyen bir üçüncü kesim vardır ki, bunlar -tıpkı ‘Altılı Masa’ içindeki siyasi İslam kökenli partilerin liderleri gibi- desteklerini umut ettikleri bir seçim zaferi için değil, sadece kendi siyasi hesapları için sunmaktadırlar. Bunlar CHP’nin geçmişin ordu-bürokrasi iktidar bloğu kalıntıları ile bağlantılarını hala devam ettiren kadrolarıdır. Elbette bu kadrolar, özellikle Kılıçdaroğlu döneminde güç kaybetmişlerdir. Ama öte yanda Erdoğan’ın aynı iktidar bloğunun kalıntılarıyla 2014 yılından itibaren kurduğu ittifak nedeniyle, etki alanlarını koruma ve az da olsa genişletme imkanlarına sahip olduklarını da unutmamak gerek. Örneğin bir Tuncay Özkan isminin adeta sembolize ettiği bu CHP’liler arasında, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında kazanamayacağını öngörecek ya da Erdoğan’ın seçimlerde yenilmeyeceğini bilecek kadar deney ve bilgi sahibi siyasetçiler ve örgüt bürokratları bulunmaktadır. Ama buna rağmen CHP genel başkanının adaylığını sinik bir biçimde desteklemişlerdir, çünkü onlar için önemli olan, seçim sonrasında CHP içindeki mevzilerini güçlendirmektir. Hatta kim bilir, -sıfat uygun düşecekse- bu ‘karanlık’ CHP çevreleri, yaşanacak kaçınılmaz yenilginin ardından belki de CHP’ye tam anlamıyla hâkim olmayı ve Erdoğan’la daha kârlı yeni bir ittifak için pazarlığa girmeyi bile hayal etmiş olabilirler

Kılıçdaroğlu Neden Aday Olmak İstedi? Bir Siyasi ve Psikolojik Açıklama Denemesi

Bugün hala, Kılıçdaroğlu kendi adaylığının başarı şansına nasıl inandı ya da inandırıldı veya neden ve nasıl kendi adaylığını dayattı ya da kendisine önerilen adaylığı kabul etti şeklinde bir dizi soru mevcut. Kabul etmek gerekir ki bunlar, cevaplanmaları kolay olmayan sorular. Ama sorulmaları ve cevaplanmaya çalışılmaları da aynı derecede gerekli.

Her ne kadar çekirdekten yetişmiş bir siyasetçi olmasa da Kılıçdaroğlu, on yılı aşkın bir süre CHP gibi büyük ve son derece karmaşık bir siyasi partiyi şu ya da bu fraksiyonun sıradan bir kuklası olmadan yönetebilmiş ve beğenilsin ya da beğenilmesin, partinin siyasal taktik ve stratejisinde yaşanan değişimlere önemli katkıları olmuştur. O nedenle bu hiç de kısa olmayan dönemde hiç de küçümsenemeyecek deneylerden geçmiş bir siyasetçi olarak Kılıçdaroğlu’nun, özellikle de Erdoğan, Bahçeli ve yandaş medyanın onu muhalefetin adayı olarak görmek istediklerini açık bir şekilde ifade ettikleri koşullarda, kendisini Erdoğan’ı alt edecek en uygun aday olarak görmesi ilk bakışta pek mantıklı görünmemekte.

Ancak öte yanda da, on yılı aşkın bir süredir CHP’nin başında bulunan kişinin bu kadar kritik bir momentte attığı bu adımın da bir rasyonalitesinin olması gerekir. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında, Kılıçdaroğlu’nun bu başarısızlığı belli olan bir maceraya kalkışmasının biri siyasi, diğeri psikolojik nitelikte iki nedeninin olabileceği düşünülebilir. Tabii siyasi de olsa, psikolojik de olsa belirteceğim bu nedenlerin, somut kanıtlar yokluğunda kaçınılmaz olarak spekülatif olduğunun bilincindeyim. Ne var ki yaşanan olayın Türkiye siyaseti açısından taşıdığı önem dikkate alındığında, bu türden bir açıklama gayretine girmek bana gerekli görünmekte.

Siyasi nedenler olarak şöyle birkaç alternatif açıklama yapılabilir: Bunlardan birine göre Kılıçdaroğlu (ve elbette onu samimi bir şekilde destekleyen CHP’li siyasetçiler de) bu seçimin İmamoğlu gibi -hem Kürtlerin hem de iktidar seçmenlerinin bir kısmının oyunu alabilecek- bir adayla kazanılabileceğini düşünmektedirler, ancak bu ihtimal onlara hiç de çekici gelmemektedir. Çünkü İmamoğlu otantik bir CHP’li değildir; dolayısıyla muazzam yetkilere sahip olan cumhurbaşkanlığı gibi bir makama oturduktan sonra CHP’yi dilediği gibi dönüştürebilecektir. Bir başka deyişle İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı, onların gözünde bir anlamda CHP’nin kaybedilmesi demek olacaktır. Diğer taraftan Yavaş seçeneğine gelince, orada da benzer bir tehlike vardır. Ülkücü gelenekten gelen, tıpkı İmamoğlu gibi otantik bir CHP’li olmayan, Akşener’e zaman zaman ‘Genel Başkanım’ diye hitap eden bir siyasetçinin mevcut cumhurbaşkanlığı yetkilerine sahip olma ihtimali de CHP’lileri ürkütmüş olmalı. Bu durumda kazanabilecek ama CHP’nin geleceği için büyük riskler barındıran İmamoğlu ya da Yavaş gibi adaylar yerine, Kılıçdaroğlu gibi kazanması çok zor olan bir adayla seçime girmek CHP kurmaylarına uygun görünmüş olabilir. Her durumda en azından partileri sağlam kalacaktır.

Ayrıca belki de Kılıçdaroğlu ve kurmayları, bu seçimin muhalefet tarafından kazanılmasının olanaksız olduğunu baştan kabul etmişlerdir. Bir başka ifadeyle belki onlar da Mayıs 2023 seçimlerinin iktidar için bir varoluş sorunu olduğunu ve Erdoğan’ın bu seçimleri her durumda ‘kazanma’ya kararlı olduğunu düşünmektedirler. Aslında devletin kurumsal yapılarının durumu, bu niyetlere sağlam bir temel de oluşturmaktadır. Örneğin ortada, daha birkaç yıl önce   oy kullanma süreci devam ederken, oy pusulalarının hangilerinin nasıl kabul edileceğine ilişkin karar verebilmiş bir Yüksek Seçim Kurulu vardır. Aynı kurulun, seçimin sonucu ne olursa olsun Erdoğan’ı seçimin galibi ilan etmesi pekâlâ bir ihtimal olarak görülebilir. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi durumunda bu karara direnmek ise, Kılıçdaroğlu ve kurmayları tarafından göze alınmayacak bir macera olarak görülmüş olabilir. Kabul etmek gerekir ki bu tarz direnişler, iktidarla açık çatışmayı göze almak demektir. O boyutta çatışmalar ise, Türkiye siyasetinin radikal çözümler dayatan bir ortama girmesi anlamına gelir; bu da CHP gibi bir düzen partisi için asla karşılaşmak istemeyeceği bir durumu ifade eder.

Ayrıca Kılıçdaroğlu da CHP de bu çapta kritik gelişmelere yol açabilecek kriz ihtimalleri belirdiğinde hiç tereddüt etmeden geriye çekilebileceklerini, yakın geçmişte en azından iki kez göstermişlerdir. Bunlardan birincisi, 16 Nisan 2017 referandumunda yaşanmıştır. O gün Yüksek Seçim Kurulu henüz oylama süreci devam ederken, ‘mühürsüz pusulaların geçerli sayılması’ yolunda bir karar almıştır. Aslında bu karar, referandumdan ‘Evet’ sonucunun çıkmayacağının gayri resmi ilanıdır. Bu gelişme, inisiyatif alarak iktidara baskı yapmak konusunda muhalefetin eline verilmiş büyük bir fırsat anlamına gelmektedir. Ne var ki seçim akşamı YSK nihai kararını açıkladığında, Kılıçdaroğlu bu sonuçları kabul etmeyeceklerini ilan etmek yerine, YSK kararının ‘Anayasanın meşruiyetine gölge düşürdü’ğünü beyan etmekle yetinmiştir. O akşam muhalefet o kadar uysal ve çaresizdir ki Erdoğan, ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ diyerek onlarla alay edebilmiştir.

Kılıçdaroğlu ve CHP’nin iktidar karşısındaki ikinci geri çekilişi ise, 24 Haziran 2018 seçimlerinde yaşanır. O seçimlerin akşamında, muhalif seçmen kitlesinin seçim sonuçlarına ilişkin sağlıklı haber alma imkânları mevcut değildir. Muhalefete yakın kanallar bile -bir Haber Ajansı olmaktan çok ötede bir kurum olduğu herkesçe bilinen- Anadolu Ajansı’nın sonuçlarını nakletmektedir. Ve gecenin ilerleyen saatlerinde sadece CHP lideri değil, onun Cumhurbaşkanı adayı da ortalıktan kaybolmuştur. O akşam ülkede, HDP dışında bir muhalefet yok gibidir. Ortada, bir genel seçim akşamında yaşanması o kadar imkânsız bir manzara vardır ki, takip eden günlerde bu tuhaf durumu açıklayan söylentiler ortaya çıkacaktır. Buna göre Kılıçdaroğlu, İnce ve Akşener, referandum gecesi kendilerini ziyarete gelen ve onlara ‘bizim hâlâ Erdoğan’la yürüyecek yolumuz var’ diyen ‘askerler’ tarafından sessiz kalmaları yolunda ‘uyarılmışlardır’. Kuşkusuz bu türden söylentilerin doğruluk derecesini belirlemek olanaksızdır. Ne var ki söz konusu söylentinin, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir referandumun gecesinde başkentte yaşanan akıl almaz duruma ilişkin tek ‘makul’ açıklama olduğunu da unutmamak gerekir. (Bilindiği gibi diğer açıklama, muhalefet adayı İnce’nin o gece erken saatlerde sarhoş olup sızdığıdır. Tabii bu iddia, aynı gece Kılıçdaroğlu’nun neden sessiz kaldığına açıklık getirmemekte!)

Sonuç olarak CHP liderliğinin, 2023 seçimlerine giden aylarda Erdoğan’ın iktidarını sürdürme kararlılığını fark ettiği ya da bunun bilgisini aldığı için, tıpkı 2017’de ve 2018’de olduğu gibi, bu seçimleri de ‘normal’ bir şekilde kaybetme yolunu tercih ettiği düşünülebilir. Ve elbette Kılıçdaroğlu’nun muhalefetin adayı olarak ilan edilmesi, bu ‘normal’ seçim kaybı için en ideal biçimi ifade etmektedir.

Ne var ki ben, Kılıçdaroğlu’nun özellikle seçimlerin birinci turunu takip eden iki hafta boyunca yaptığı tuhaflıkların, adaylığının –en azından kendisi için- bir danışıklı dövüş taktiği olmadığını gösterdiği kanısındayım. Kuşkusuz Kılıçdaroğlu, gerekli gördüğü durumlarda kendisini küçülten hatta basbayağı aşağılayan geri çekilmeleri büyük bir pişkinlikle yapabilen bir politikacı olduğunu pek çok kez kanıtlamıştır. O anlamda eğer onun Cumhurbaşkanlığı adaylığı bir danışıklı dövüş taktiğinin ifadesi olsaydı, birinci turun ardından düşük profilli bir kampanya yürütmeyi tercih eder ve konuyu bu şekilde kapatmış olurdu. Her şeyden önce ilk turda alınan sonuçlar nedeniyle muazzam bir hayal kırıklığı yaşamakta olan muhalif seçmen kitlesinin Kılıçdaroğlu’ndan hesap soracak hali zaten yoktu.

Ancak bilindiği gibi Kılıçdaroğlu, seçimlerin iki turu arasında, 15 Mayıs’tan itibaren düşük profilli bir kampanya yürütmek yerine, kendisinden hiç beklenmeyen ve o güne kadar çizmeye çalıştığı ‘bilge politikacı’ imajını yerle bir edecek girişimlerde bulunmaktan çekinmeyecektir. Üstelik sorun, sadece kendisini komik gösteren abartılı düzeyde aktif ve kararlı bir üslubu benimsemesi de değildir. Daha da ötede, örneğin Ümit Özdağ ile imzaladıkları ortak protokol –daha sonra açıklanan gizli maddeleri olmadan bile- birinci tur sonrasında Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanma hırsıyla gözü hiçbir şeyi görmeyen, adeta kendisini kaybetmiş bir politikacı hüviyetine büründüğünü göstermektedir. Tek başına bu manzara bile, Kılıçdaroğlu’nun gerek adaylığının doğruluğuna, dolayısıyla da muhtemel bir seçim zaferine ciddi ciddi inandığının önemli bir kanıtı olarak görülmeli.

Bu durumda, eğer ortada tutarlı bir politik açıklama yoksa, o takdirde Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığına ve zaferine büyük bir ciddiyetle inanmasının kişisel psikolojik düzeyde bir açıklaması olması gerekir. Buna göre aklı başında bir politikacı olarak Kılıçdaroğlu, doğal olarak önceleri aday olacağını herhalde hayal bile etmiyordu. Seçimlerden iki yıl önce, iki belediye başkanının aday olmasını istemediğini ortaya koyan beyanları, belki gerçekten de hasımlarını yanıltmak için uygulamaya çalıştığı bir tür savaş hilesi taktiğinin ifadesiydi. Ama işte belki de zamanla, Erdoğan’ı gerçekten de alt edebilecek bir aday olduğu konusunda çevresinden gelen yoğun -olumlu- baskılardan etkilendi ve bu role sahip çıkabileceğini düşünmeye başladı. Ki burada söz konusu olumlu baskıların sadece CHP içinden değil Babacan, Davutoğlu ve Karamollaoğlu gibi siyasi İslamcı gelenekten siyasetçilerden de geldiğini hatırlatmak gerekir. Bu desteklerin sonucu olarak Kılıçdaroğlu da bir süre sonra kazanabileceğine inanmaya başlamış ve adaylık kararını almıştır.

Bir başka ifadeyle, Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığı konusundaki evrimi, kişisel psikolojisi ile açıklanabilecek bir konu olarak görülebilir. Bu anlamda şöyle bir spekülasyon yapmaktan kendimi alamıyorum. Eğer adaylık tartışmaları sürecinde yakın çevresinden birileri ona, ‘1923 Kemal, 2023 Kemal’ şeklinde –özellikle muhtemel bir seçim zaferinin ardından çok daha anlamlı görünebilecek- bir sloganın sözünü ettiyse, Kılıçdaroğlu gibi, kamusal alanda son büyük rolünü oynadığını düşünen 74 yaşında bir siyasetçinin, bu sözün ifade ettiği tarihsel rolün hayali ile adeta sarhoş olacağını söylemek bir abartı olmamalı. İşte o sarhoşluk, onu sadece adaylığı benimsemesine değil, birinci turun ardından akıl almaz girişimlere yönelmesine de yol açmış olabilir. Ki böyle bir slogan benim aklıma geldiğine göre, muhtemelen yakınlarındaki birilerinin de aklına gelmiş ve Kılıçdaroğlu’nun kulağına fısıldanmış olabilir.

Gelecek Yazı:

Türkiye Siyasetine Seçimler Aynasından Bakmak IV

Kürt hareketinin Anlaşılması Zor Kılıçdaroğlu Aşkı

Cumhurbaşkanlığı Adayına Destek Kriterleri

Kürt Hareketinin Politika Yanlışlığının Açıklanmasındaki Güçlük

Kürt Hareketi İçin İkinci Tur Nasıl Referanduma Dönüştü?

Pirandello’yu Hatırlarken

  Türkiye Siyasetine Seçimler Aynasından Bakmak I İtalyan yazar Luigi Pirandello, 1929 yılında sahnelenen Beni İstediğin Gibi adlı oyununda...