Türkiye Siyasetine Seçimler Aynasından Bakmak VI
Buraya kadar tüm söylenenlere bakıldığında, Türkiye siyasetinde 2023’ün ilk yarısında yaşananlarda adeta bir kaçınılmazlık varmış gibi düşünülebilir. CHP’nin kadim antidemokratik örgütsel gelenekleri ve bu parti içindeki hiziplerin birbirleriyle rekabetleri dikkate alındığında, oradan iktidarı zorlayacak bir adayın çıkmasının daha baştan imkânsız olduğu pekâlâ söylenebilir. Yine doğası itibariyle İyi Parti’nin Türkiye’nin bir nebze olsun demokratikleşmesi yönünde atılacak adımlara katkıda bulunabileceğini düşünmek de hayalcilik olabilir. Öte yanda Mayıs 2023 seçimlerine giden süreçte siyasi İslam kökenli partiler için parlamentoda temsil edilme hesapları dışında bir seçim sorununun olmayacağı da Türkiye siyasetini birazcık olsun tanıyan bir gözlemci için adeta kesin gibidir.
Ne var ki Kürt hareketi ve çok sınırlı bir ölçüde de sol
hareketler, küçümsenmeyecek bir oy potansiyeline sahip oldukları için, seçimin
kaderini etkileyebilecek, belki de belirleyebilecek bir taktik uygulamasıyla
çok daha etkileyici bir politika yürütebilirlerdi. ‘Altılı Masa’ya Erdoğan’ı
zorlayabilecek ya da -çok uzak bir ihtimal de olsa- onu alt edecek bir aday
çıkarması için baskı yapabilir ve bu baskıdan sonuç alabilirlerdi.
Bu yapılmadı ve sonuç malum. İlginç bir şekilde seçim
sonrasında Kürt hareketi ve sol partilerden gelen değerlendirmelerin ezici
çoğunluğu, seçim taktiği konusunun önemini vurgulamak ne kelime, adını bile
doğru dürüst anmamaktadır. Kuşkusuz başarılı bir seçim politikası
yürütemedikleri ayan beyan ortada olduğu için, Kürt hareketinin ve sol
partilerin bu konuyu klişe açıklamalarla geçiştirmeleri anlaşılabilir. Ne var
ki Kürt hareketinin ve sol partilerin dışından gelen ve -elbette dostça-
eleştirel olmaya çalışan değerlendirmelerde de yine esas soruna değinmeyen
çözümleme çabaları öne çıkmakta. Seçimleri takip eden aylarda dört solcu
akademisyenin (ya da sol entelektüelin de denilebilir) yaptıkları seçim
sonuçları değerlendirmelerine kısaca değinerek, bu uzun metni noktalamak
istiyorum.
Bu değerlendirmelerin hepsinde de, Kürt hareketinin ve
solun var olan güçlerini veri alarak neler yapabilecekleri, somut koşullardan
kalkarak hangi taktiklerle, seçimler kaybedilse bile iktidarı yıpratabilecek
nispeten daha başarılı bir politikayı nasıl yürütebilecekleri üzerine
konuşmaktan ısrarla kaçınıldığı görülmekte. Bunun yerine dört sol entelektüel
de, iktidarın seçim zaferini ve muhalefetin bozgununu, AKP’nin sosyolojik
analizi ya da Türkiye toplumunun kültürel-antropolojik yorumlanması veya solun
ideolojik, örgütsel yetersizlikleriyle açıklamaya çalışmaktalar. Sonuç olarak
tüm yapılan, Kürt hareketine ve sola -bir bakıma herkesin bildiği- tarihsel
görevleri hatırlatmaktır!
Dağhan Irak, seçimlerin hemen ardından
kaleme aldığı ve ‘tekrarlanmaması gereken hatalar’ı ele alacağını söylediği
yazısında, kendisinden başka hiç kimsenin farkında olmadığını düşündüğü bir
gerçeği açıklıyor: ‘AKP, bir siyasi parti değil, bir sosyal ağ. Başından
beri böyle. AKP’nin gücü baştan beri aynı yerden geliyor, sosyal
sermayesinden.’ Yazar bu büyük gerçekliğin farkında olanın sadece
kendisi olduğundan o kadar emindir ki, “Açılın, ben sosyoloğum!” diye
bağırsam yeridir’ diye eklemeyi bile ihmal etmemiş![1]
Elbette yazıya giriş böyle olunca,
buradan kalkarak yazarın Kürt hareketine, sol partilere hatta CHP’ye de
görevlerini, hem de ancak uzun vadede üstesinden gelinebilecek tarihsel
görevlerini hatırlatması da kaçınılmaz oluyor: AKP’nin oy depolarına girmek,
onun toplumsal bağlantılarını kesmek, kendisine bağlamak vs. vs. Rahatlıkla
fark edilebileceği üzere Irak’ın bu sözleri, aslında bir siyasi partinin
örgütlenme sorunlarının tartışıldığı bir kongrede bir delegenin ya da partinin
örgütlenme komitesi sözcüsünün söyleyebileceği sözler. Ama işte aynı sözleri
muhtemelen herhangi bir siyasi parti ile ilgisi olmayan ve yine büyük bir
ihtimalle sözünü ettiği toplumsal kesimler içinde siyasal-örgütsel çalışma
yapmanın ne olduğunu da bilmeyen bir entelektüel söylüyorsa, bunun ifade ettiği
tuhaflığa dikkat çekmekte yarar olabilir. Ama kim bilir, belki de bunun nedeni
sadece, söz konusu entelektüelin de seçimler sonrasında toplumun geniş
kesimlerinde yaşanan müthiş demoralizasyonun etkisi altında ne diyeceğini
bilememe şaşkınlığıdır.
Korkut Boratav’ın seçim sürecinde
yaşananlar ve seçim sonuçlarından çıkardığı ders de Dağhan Irak’ınkini hatırlatmakta. Ancak
Boratav’ın farkı, CHP’den umudu kesmesindedir: ‘CHP, geleneksel örgütlenme
yöntemleri ve bugünkü yönetiminin ‘‘merkez sağ / liberal’’ konumu nedeniyle
AKP’ye alternatif olamaz. Bu ideolojik boşluğu telafi edebilecek tek kaynağın,
seçimlere iki ayrı ittifak içinde katılan sosyalist ve komünist parti üyeleri,
militanları olduğunu düşünüyorum. Sosyalist örgütlerin, hareketlerin doğal
kitle tabanı, işyerlerinde, mahallelerde, köylerde son yirmi yılda AKP’nin ve
gericiliğin ideolojik olarak ‘‘fethettiği’’ insan değilse kimlerdir?’[2]
Bir başka ifadeyle Boratav da ‘seçime giden süreçte mevcut verili koşullarda
Kürt hareketi ve sosyalist partiler (ya da hatta CHP) ne yapabilirlerdi?’
sorusuna yanıt aramak yerine, var olan sosyalist ve komünist partilerin şu
andaki konumlarıyla asla üstesinden gelemeyecekleri görevleri onlara
hatırlatmakla yetinmekte. Hem de Türkiye solunun öyle birkaç yıldır da değil,
neredeyse yarım yüzyıldır üstesinden gelemediği görevleri!
Halil Karaveli ise, Foreign Affairs’de yayınladığı
değerlendirmesinde muhalefetin yenilgisini, Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyasını
neoliberal ekonomi politikalarını savunarak, mülteci düşmanlığı yaparak ve
rejimin Kürtlere ilişkin politikalarına karşı çıkmayarak adeta bir sağcı aday
olarak yürütmesi ile açıklamakta.[3]
Tabii sorunu bu kadar rahat tespit edebildiği için de, Karaveli burada
durmamakta, CHP’ye başarı yolunu göstermektedir. Buna göre CHP 1970’lerde nasıl
etnik ve sekter bölünmeleri sınıf ideolojisine dayanarak ve sosyal adalet
çağrısında bulunarak aşmış ve solu yeniden canlandırmışsa, şimdi de aynı şeyi
yapmalıdır. Ne var ki Karaveli’nin CHP’nin 1970’lerdeki başarısının nedenlerinden
tamamen habersiz olduğu bir yana, CHP’nin günümüzde Türkiye’de solu canlandırma
potansiyeli konusunda da sadece bir hayal gördüğünü hatırlatmak gerekebilir.
Son olarak, 12 Ağustos 2023 ve 23 Eylül 2023 arasında
yayınladığı seçimle ilgili dört yazısının birincisinin girişinde Cihan Tuğal
-her ne kadar yazının başlığı oldukça tuhaf da görünse- seçim öncesinde Kürt
hareketine ve sola düşen somut görevler konusunda nihayet anlamlı bir şeyler
söyleyeceği izlenimini vermektedir: ‘Eğer doğru düzgün devrimci bir siyasi
hat olsaydı Türkiye’de, seçim sonuçlarından görece bağımsız olarak, demokrasi
sandıktan mevzi kazanarak çıkardı.’[4]
Gerçekten de daha yazının ilk cümlesinde bir ‘siyasi
hat’tan söz edildiğine göre, demek ki Tuğal seçim sonuçlarından Kürt hareketi
ve sol için anlamlı sonuçlar çıkaracak gibi görünmektedir. Dahası Tuğal bunun
ardından, seçime giden süreçte solun kapıldığı ‘duygu seli’ne de atıfta
bulunarak, seçimler öncesindeki taktik beceriksizliğin çözümlemesini yapmaya
başladığı izlenimini de verir. Ne var ki daha sonra söyledikleriyle görülür ki
onun için anahtar konu, solun ‘Lenin’in anti-Blankist devrimcilik anlayışının,
günümüz koşullarına nasıl taşınabileceği’ konusudur! Buradan kalkarak Tuğal da,
tıpkı diğer üç sol entelektüel gibi sola yine büyük ve iddialı önerilerde ve
görev hatırlatmalarında bulunmakta.
Tuğal’ın dört gazete yazısında işlediği konuların ve
söylemek istediklerinin tartışma yeri elbette burası değil. Ancak konu 2023
seçimleri olduğu için ve Tuğal da savunduğu örgütsel ve pratik devrimcilik
anlayışı eksikliğinin solun bu seçimlerdeki performansını nasıl etkilediğini
tartıştığına göre, bu durumda kendisine şu hatırlatmayı yapmakta yarar var. Çok
değil dört yıl kadar önce, 2019 yerel seçimlerinde Kürt hareketi de sol
partiler de Tuğal’ın sözü ettiği ‘çizgi’nin (devrimcilik anlayışının)
eksikliğini taşıyorlardı. Ama o seçimde, mevcut anti-Erdoğan adayları
destekleme konusunda o kadar tutarlı bir siyasal taktik uyguladılar ki, yerel
seçimler iktidar için 7 Haziran 2015 seçimlerini hatırlatır bir mevzi yenilgi
anlamına gelebilmişti. Üstelik Kürt hareketi ve sol partiler bunu, iktidar son
anda Öcalan’a müdahale olanağı vererek kafaları karıştırma planını uygulamasına
rağmen başarabildiler. Bu deneye bakarak rahatlıkla söylenebilir ki, bugün
olduğu gibi 2019 yerel seçimlerinde de uygulanacak taktik konusu, ne profesyonel
devrimci yokluğu ne de Lenin’in anti-Blankist devrimcilik anlayışının günümüz
koşullarına ne kadar taşındığı ile ilgiliydi. Tıpkı 2023 genel seçimleri gibi
2019 yerel seçimleri de siyasal ve sosyal mücadelelerin önemli bir momenti
anlamında, iktidar ve muhalefetin en geniş kesimleri arasında yaşanan kritik
bir muharebe anlamına gelmekteydi. Bütün sorun, o koşullarda var olan güçleri
ve imkânları ile, Kürt hareketi ve solun bu büyük muharebenin sonucunu
etkileyecek ya da belirleyecek bir politikayı izleyip izleyemeyeceğiydi. Kürt
hareketi bunu 2019’da başarmıştı, 2023’te ise başaramadı. Konumuz, mevcut
potansiyelleri ile Kürt hareketinin ve solun 2023 seçimlerine nasıl müdahale ettiklerinin
tartışılması ise, açıklaması da böyle olmalıdır.
Aslında sol entelektüellerin yukarıda kısaca özetlenen
türden analitik klişelerinin Kürt hareketi ve sol-sosyalist kadrolar için hiçbir
yeniliği ifade etmediği açıktır. Bu konularda neredeyse on yıllardır herkesin
diline pelesenk olmuş tarzda konuşulması kolaydır da bu alanlarda somut politik
ve örgütsel müdahaleler yapmaya gelince işlerin zorlaştığı, hatta imkânsızlaştığı
rahatlıkla görülebilir. Örneğin AKP’nin geniş kitleler üzerindeki kontrol ve
egemenliğinin yıpratılması bir politika tercihi sorunu değildir. Her şeyden bu
doğrultuda adım atacak örgütlerin ortaya çıkması gerekir. Türkiye’de sol, 1980
öncesinde bir ölçüde de olsa bu çapta görevlerin üstesinden gelebilmişti. Ama
işte sadece o deneylere bakmak bile, konunun basit politik tercihlerle
üstesinden gelinebilecek bir konu olmadığını gösterir. Dolayısıyla yukarıda
sergilenen analizlerin ve tarihsel görev hatırlatmalarının anlamsızlığı
açıktır.
Son olarak hatırlatmak gerekebilir ki, yukarıda
değerlendirmelerine değindiğim sol entelektüellerin hepsi akademisyen
kökenlidir. Ama tabii eğer varsa muhtemelen birbirlerine oldukça uzak
siyasal-örgütsel deneylere sahiptirler. Yine farklı kuşaklardan oldukları da
söylenebilir. Bunların yanı sıra akademik eğitimleri ya da entelektüel beslenme
kaynakları da muhtemelen büyük farklılık ve çeşitlilik göstermektedir. Ne var ki
bütün bu çeşitliliğe rağmen, bu kritik seçim sürecinde Kürt hareketinin ve
solun potansiyel olarak neleri yapabileceği konusuna kafa yormadan, sadece
afaki değerlendirmelerde -daha doğrusu Kürt hareketine ve sola anlamsız
tavsiyelerde bulunmada- benzeşmeleri, belki de üzerinde ayrıca durulması
gereken bir ilginçliği ifade etmekte.
[1] Dağhan Irmak, ‘Hep kaybediyorsan
belki de yanlış oyunu oynuyorsundur’, Diken, 50 Mayıs 2023, https://www.diken.com.tr/hep-kaybediyorsan-belki-de-yanlis-oyunu-oynuyorsundur/
[2] ‘Korkut Boratav Seçim Sonrası
Türkiye’yi Değerlendirdi’, İleri Haber, 7 Haziran 2023, https://www.ilerihaber.org/icerik/korkut-boratav-secim-sonrasi-turkiyeyi-degerlendirdi-155447
[3] Halil Karaveli, ‘How to Save
Turkish Demokracy’, Foreign Affairs, 14 July 2023,
https://www.foreignaffairs.com/turkey/how-save-turkish-democracy?check_logged_in=1&utm_medium=promo_email&utm_source=lo_flows&utm_campaign=registered_user_welcome&utm_term=email_1&utm_content=20240110
[4] Cihan Tuğal, ‘2023 Seçimleri
Işığında: 21. Yüzyılda Profesyonel Devrimcilik Nedir? I’, Evrensel, 12
Ağustos 2023,
https://www.evrensel.net/yazi/93440/2023-secimleri-isiginda-21-yuzyilda-profesyonel-devrimcilik-nedir-i