23 Ocak 2024 Salı

Kürt hareketinin Anlaşılması Zor Kılıçdaroğlu Aşkı

 

Türkiye Siyasetine Seçimler Aynasından Bakmak IV

2023 seçimlerinde Erdoğan’ın yenilgisini ya da onun gücünü yitirmesini hedefleyecek bir seçim taktiğinin belirlenmesi, aslında CHP, Kürt hareketi ve sol için söz konusu olabilirdi. Çünkü iktidarın seçimlerde alacağı bir yenilgi ya da Erdoğan’a çok pahalıya mal olacak bir seçim galibiyeti, esas olarak onlar için büyük bir kazanım anlamına gelirdi. Bir başka ifadeyle diğer partilerin aksine CHP, Kürt hareketi ve sol için, seçimlerde bu hedeflere ulaşmak dışında bir gizli hesap söz konusu olamazdı.

Ancak CHP için de Kürt hareketi ve sol partiler için de bu amaçlara yönelik bir seçim taktiğinin merkezinde iki konu bulunmalıydı. Birincisi, seçimin bir Erdoğan referandumu olarak görülmesiydi. Bununla bağlantılı olan ikinci konu ise, sadece muhalif kitlelerin oyunu almakla yetinmeyecek, bunun yanı sıra geçmişteki iki örnekte -7 Haziran 2015 ve 31 Mart 2019 seçimlerinde- yaşandığı gibi iktidarın seçmen kitlesinin çok küçük de olsa bir kısmını yanına çekebilecek ya da en azından onları sandıktan uzaklaştırabilecek bir adayın belirlenmesiydi. Ama seçime giden süreçte görülecektir ki, ne CHP ne Kürt hareketi ne de bir dizi sol parti, bu çerçevede bir seçim taktiğini oluşturma yeteneğine sahiptir. Aslında içinde -üstü örtülü de olsa- şiddetli hizip çatışmalarının yaşandığı bir parti olarak CHP’nin bu konudaki yeteneksizliği bir ölçüde anlaşılabilir. Ne var ki Kürt hareketi ve sol partiler için aynı şeyi söylemek zor olmalı. 

Kürt hareketinin sözcüleri, CHP genel başkanının adaylığına desteklerini nispeten erken tarihlerde açıklamışlardır. Selahattin Demirtaş, 24 Eylül 2022’de Fikret Bila’ya, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına olumlu baktığını söyler.[1] Demirtaş’ın bu sözleri, onun Kılıçdaroğlu’nu CHP’den çıkabilecek diğer adaylara tercih ettiğini de göstermektedir, çünkü o sıralarda Ekrem İmamoğlu henüz hâlâ önemli bir aday adayıdır. Demirtaş’ın bu açıklamasından yaklaşık bir ay sonra ise bu kez Ahmet Türk, ‘Kılıçdaroğlu aday olursa ona oy vermeyi düşünüyoruz’ der.[2] HDP yöneticileri ise, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşene kadar sık sık tekrarladıkları, ‘bizim için isimler değil, ilkeler önemli’ şeklindeki siyasal strateji ve taktik açısından hiçbir anlamı olmayan boş bir formülle, Kılıçdaroğlu ve bazen de İmamoğlu’nun adaylığına olumlu baktıkları mesajını vermeye devam ederler. Bir süre sonra bu yaklaşımın Kürt hareketinin diğer unsurları tarafından da benimsendiği görülür. Sonuç olarak en geniş kesimleriyle Kürt hareketi Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleme konusunda anlaşmış görünmektedir.

Cumhurbaşkanı Adayına Destek Kriterleri

Ancak burada anlaşılması zor bir nokta vardır. Şöyle ki, CHP’deki hiziplerden siyasi İslam kökenli partilere kadar pek çok muhalif unsurun Kılıçlaroğlu’nun adaylığını tercih etmesi, onun adaylığını –samimiyetle ya da sinikçe- desteklemesi için anlaşılır nedenleri vardır. Ne var ki siyasal deney birikimi açısından oldukça zengin bir hareket olan ve kimi önemli dönüm noktalarında başarılı stratejik dönüşümleri ve taktik yönelişleri gerçekleştirebilmiş olan Kürt hareketinin Kılıçdaroğlu’nun adaylığına üstelik bu kadar erken tarihlerde verdiği destek, tutarlı bir siyasal yaklaşımı ifade etmekten uzak görünmekte. Çünkü bu destek, mevcut güçler dengesini dikkate almayan bir politikayı ifade etmektedir. Sanki Kürt hareketinin bileşenleri için, CHP genel başkanının Erdoğan’ı alt edecek veya zorlayacak bir aday olup olmadığı tartışması güncel ve gerekli bir tartışma değildir.

Onlar için esas önemli olan, Kılıçdaroğlu’nun diğer muhalefet adaylarına göre Kürtlerin taleplerine -tabii nispeten- daha yakın bir konumda görülmesidir. Kuşkusuz programatik uzaklık-yakınlık sorunları açısından bakıldığında, Kılıçdaroğlu’nun muhtemel adaylar arasında Kürtler için kabul edilebilir bir aday olduğu muhakkaktır. Hatta İmamoğlu’nun klasik CHP siyasi kültürüne uzaklığı ve herhangi ciddi bir siyasi sınavdan henüz geçmemiş ihtiraslı bir siyasetçi olduğu düşünüldüğünde, Kılıçdaroğlu’nun ona nazaran Kürtler açısından daha kabul edilebilir bir aday olması da anlaşılabilir.

Ne var ki Mayıs 2023 seçimlerinde Kürt hareketinin ve sol partilerin siyasal taktiklerini belirleyecek olan, basit bir ‘Hangi cumhurbaşkanı bize daha yakın görünmekte? Kılıçdaroğlu mu yoksa diğer muhalefet adaylarından birisi mi?’ sorusu değildir. Siyasal yaşam siyasetçilerin önüne bu kadar basit sorular koymaz. Esas önemli olan, 2023’ün Türkiye’sinde bu seçimlerin, yirmi yılda inşa edilmiş olan otoriter bir rejimle başa çıkmada nasıl bir işlevi olabileceği ve Kürt hareketinin ve solun bu konuda nasıl etkin bir rol oynayabileceği sorularına yanıt vermektir. Bu sorulara getirilecek yanıtların ise, muhalefet adaylarının Kürt hareketinin ve solun taleplerine ne ölçüde yakın olduğunun tespiti ile hiçbir ilgisi yoktur. Çok daha önemli olan, yaklaşmakta olan seçimleri, iktidarla muhalefet arasında geçecek ve rejimin kaderini belirleyecek ya da etkileyecek önemli bir taktik muharebe olarak görmek, dolayısıyla mevcut güç ilişkilerini en iyi bir şekilde değerlendirerek, bu muharebede iktidarın en zayıf olduğu noktaya en şiddetli darbenin vurulabilmesi için gereken ittifakların kurulmasına katkıda bulunmaktır. Ve elbette ki muhalefet adayının belirlenmesi, bu ittifak çabalarının en merkezi konusudur. Olağanüstü çeşitliliği dikkate alındığında muhalefet adayının, onun en geniş kesimlerinin onayını alan, Erdoğan’ı alt edebilecek ya da en azından ona sahte bir seçim zaferini pahalıya ödetecek bir figür olması gerektiği açıktır.

2023 cumhurbaşkanlığı seçimi sıradan bir seçim değildir. Türkiye bir zamanların ‘yarışmacı otoriter sistem’i içinde yapılan son seçimini, 7 Haziran 2015’te yaşamıştır. O seçim, bir anlamda Türkiye’de ‘oyunun kurallarına göre oynandığı’ tek seçimdi. O seçime giden süreçte Kürt hareketi de dahil olmak üzere muhalefetin en geniş kesimleri, ülke seçmenlerine hitap etme olanaklarına sahipti. Doğan Medya Demirtaş’a tüm ekranlarını açmıştı. Kürt hareketi iktidarla hâlâ ‘Müzakere Süreci’ içindeydi. 2023 seçimlerinin ise, geçmişin -bugün artık ‘nispeten özgür’ olarak nitelendirilen seçimleriyle hiçbir benzerliği olmayacaktı. Geçmişteki seçimlerde doğal olarak Kürt hareketi, kendi programının kimi temel unsurlarının diğer siyasal güçler tarafından kabullenmesi ya da o konuların en azından siyasal gündemin bir parçası olabilmesi için çeşitli pazarlıklar yapmakta, tutumlar almaktaydı. Oysa 2023’e gelindiğinde, HDP gibi bir partinin bu temelde bir taktik belirlemesinin hiçbir anlamı kalmamıştır. İktidarla yürütülen bir ‘Müzakere Süreci’ yoktur. Tersine ‘kayyumlar’ ya da ‘Dokunulmazlıkların kaldırılması’ sürecine girilmiştir. Yaklaşan seçimlerse her düzeyde manipülasyona açıktır. Bu koşullarda Kürt hareketinin, kendi taleplerini muhalefet adayına nasıl kabul ettirebileceği konusuna değil, muhalefet adayının nasıl kazanabileceği ya da Erdoğan’ı nasıl zorlayabileceği konusuna kafa yorması gerekmekteydi.

Kaçırılan ‘Altılı Masa’yı Yönlendirme Şansı

Dolayısıyla bu tarihsel momentte Kürt siyasetçilerin muhalefetin adayı konusunda alacakları tutumu belirleyecek olan, hangi adayın kendi program ve taleplerine daha yakın olduğunun tespiti değildi. Kürt siyasetçiler, seçimlerin kaderini belirleyecek bir seçmen kitlesinin liderleri, sözcüleri konumundaydılar. O nedenle yapmaları gereken, o anki durumla hiçbir alakası olmayan ‘ilkeler’ ya da ‘üçüncü yol’ üzerine anlamsız yorumlar yapmadan, muhtemel adayların Erdoğan karşısında kazanma ya da onu zorlama şanslarını değerlendirmek ve buradan kalkarak, iktidarı zayıflatabilecek, muhalefeti güçlendirebilecek politikalar oluşturmaktı. Bir başka ifadeyle, 2023 seçimlerinin rejimin geleceğini belirleyebilecek bir işlevi olacağı tespitinden hareketle, seçimleri sadece ve sadece bir referandum olarak gördüklerini ilan etmek ve Altılı Masa’ya, Erdoğan karşısında en başarılı olabilecek bir adayı belirleme çağrısı yapmaktı.

2023 seçimlerine giderken Kürt hareketinin, ‘Altılı Masa’ partilerini Erdoğan karşısında güçlü bir aday üzerinde birleşmeye zorlayabileceği koşullar mevcuttu. Altılı Masa’nın ‘yumuşak karnı’ olan ‘Kürt oyları’ konusu, iktidarın ‘Altılı Masa’ya yönelik yıpratma kampanyasının önemli bir temasıydı. Bu durumda HDP’nin ‘Milletvekili seçimlerine kendi adaylarımızla gireceğiz, ancak cumhurbaşkanlığı seçimi bizim için bir referandumdur; dolayısıyla desteğimizi Erdoğan’ı alt etme potansiyeline sahip bir Altılı Masa adayı için şimdiden ilan ediyoruz’ şeklinde bir tutum alması, Kürt hareketi için daha seçimler yaşanmadan üç önemli taktik başarı anlamına gelecekti.

Birinci olarak bu yaklaşım -Altılı Masa partilerini Kürt oylarına ilişkin herhangi bir pazarlığa girmekten kurtaracağı için- İyi Parti’nin bu konu üzerinden bozguncu politika oluşturmasının önüne geçilecekti. İkinci olarak AKP’nin bu konudaki propaganda savaşı aynı nedenle etkisiz hale gelecekti. Üçüncü taktik başarı ise, HDP’nin Altılı Masa adayına vereceği desteğin bir anlamda ‘şartlı destek’ olması ile ilgiliydi. Buna göre HDP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt oylarını alabilmeleri için Altılı Masa’ya bir ‘koşul’ dayatmış oluyordu. Altılı Masa eğer HDP oylarına talip ise, adayını -daha sonra gerçekleşeceği gibi- bileşenlerinin dar çıkar hesaplarına veya aralarındaki rekabete göre seçmemeliydi. Muhalefetin adayı, kimi partilere kontenjandan milletvekili sağlayacak bir aday olmamalıydı. Muhalefeti adayı, objektif ölçülere göre Erdoğan karşısında kazanma şansı en yüksek olan bir aday olmalıydı.

HDP’nin bu tarzda formüle edeceği şartlı destek, hemen ilk adımda, Erdoğan karşısında en zayıf aday olan Kılıçdaroğlu’nun adaylığını gündem dışına itecekti. Bu durumda CHP listelerinden milletvekili çıkarmak amacıyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyen Deva, Gelecek ve Saadet Partileri, oldukça erken tarihlerde Erdoğan’ı gerçekten zorlayacak bir aday önermek durumunda kalacaklardı. Yine Kılıçdaroğlu’nun adaylık ihtimalinin ortadan kalktığı koşullarda, Altılı Masa içinde bozguncu bir rol oynamak üzere yer almış olan Akşener’in manevra olanağı da sınırlanmış olacaktı. O da hangi adayını tercih ettiği konusunda -sadece tribünlere hitap etmek yerine- pratik bir tutum almak zorunda kalacaktı.

Ne var ki seçime giden aylarda HDP’nin ve genel olarak Kürt hareketinin liderleri, bu tarz bir taktik yaklaşım üzerine düşünmenin çok uzağındadırlar. Onlar için sanki Türkiye son derece normal koşullarda olağan seçimlerden birini yaşamak üzeredir ve Kürt hareketi de bu seçimleri kendi programını ve taleplerini öne çıkarmak, bunları muhalefetin çeşitli unsurlarına kabul ettirmek üzere çalışmaktadır. Seçimlerden aylarca önce HDP sözcülerinden Meral Danış Beştaş, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı üzerine konuşurken, yine o anlamsız ‘isimlerden ziyade ilkeleri önemsiyoruz’ cümlesini tekrarlamakta, ardından da adeta HDP programını özetlemektedir: ‘Kürt meselesine yaklaşım turnusol kağıtlarından biridir. Irkçılığa karşı olmak örneğin. Bunda herkesin ezberlerini bozması lazım. Geçmişle yüzleşme lazım. Kürtlerin de herkes gibi bu ülkenin sahibi ve yurttaşı olduğunu kabul etmemiz lazım. Adil yargılamalar önemli bir başlık. Kadın eşitliği ve doğa özgürlüğü hayati derecede önem verdiğimiz bir ilke. Doğaya yönelik kırım politikasının son bulması gibi ilkelerimiz var.’’[3] HDP sözcüsü burada da durmamakta, Yavaş’ın adaylığına karşı çıkışını açıklarken, Yavaş’tan ‘herkesi temsil eden bir Cumhurbaşkanı olmaz diye düşünüyoruz’ diye eklemektedir.

Oysa mevcut otoriter rejim koşullarında bu kadar önemli bir seçimin arifesinde, Kürt hareketinin seçim politikalarını program tartışmaları üzerinden yürütmesi abesle iştigalden başka bir şey değildir. Hele ülkede egemen olan siyasi kültürü çok iyi tanıması gereken Meral Danış gibi bir siyasetçinin, ‘herkesi temsil eden bir Cumhurbaşkanı’ sözünü sarf etmesi de akıl alır gibi değildir. Ancak anlaşılması daha da zor olan şey şudur ki, Kürt hareketi bugüne kadar kritik dönemlerde tutarlı stratejik dönüşümlerin ve taktik belirlemelerin başarıyla üstesinden gelmiş bir harekettir. 2019 yerel seçimlerinde uyguladıkları politikalar, strateji ve taktik becerilerinin bir örneğidir. O nedenle o tarihten beş yıl sonra bu hareketin tecrübeli liderlerinin, siyasete yeni girmiş ya da ülke ölçüsünde siyaset tecrübesi yaşamamış Türk solcuları gibi konuşmaları gerçekten şaşırtıcıdır.

Üstelik bu noktada belirtmek gerekir ki, Kürt hareketinin liderleri, 2023 seçimlerine giden süreçte, gelişmelere tutarlı bir taktik yönelişle müdahale konusunda ciddi bir şekilde uyarılmışlardır da. Oldukça erken tarihlerde Demir Küçükaydın -ki Kürt hareketinin önde gelen kimi figürleri tarafından takip edilen bir siyasal analisttir- bu konuda HDP’ye son derece ayrıntılı dikkate değer çağrılarda bulunmuş, ancak bunların hiçbirisi dikkate alınmamıştır.[4]

Kürt Hareketinin Politika Yanlışlığının Açıklanmasındaki Güçlük

Elbette Kürt hareketinin lider kadrolarının taktik konularda yanlış yapmadıkları iddia edilemez. Örneğin 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce başlayıp, seçimler sonrasında daha da şiddetlendirilen ‘Hendekler’ ya da ‘Özyönetim ilanları’ politikalarının, hareketin uzun vadeli çıkarları açısından son derece yanlış politikalar olduğu açıktır. Ne var ki o yanlış yönelişte bir iç tutarlılık vardır. O politikalarda söz konusu olan, Kürt hareketinin bir bileşeninin, HDP’nin PKK’yi, Demirtaş’ın da Öcalan’ı gölgede bırakan yükselişine bir karşılık verme girişimidir. Sonunda bu girişim başarılı da olmuş ve 2015 yaz aylarından itibaren HDP, düşük profilli siyaset yapan bir örgüt konumuna düşürülmüştür. Demirtaş’ın durumu da bugün herkesin malumu.[5] Bu sonuç dikkate alındığında, ‘Hendekler’ ya da ‘Özyönetim ilanları’ politikalarının yürütücülerini, siyasal taktik belirleme yeteneksizliği ile suçlamak doğru olmaz. Hatta tersine, onlar için acil sorun HDP’nin düşük profilli bir politika yapmaya zorlanması ve Demirtaş’ın yükselişinin durdurulması olduğu için, bu acil soruna uygun kendilerince başarılı bir taktik uygulama gerçekleştirdikleri bile söylenebilir.

Öte yanda 2019 yerel seçimlerine giden dönemde ise Kürt hareketi, tutarlı bir seçim politikasını ortaya koyabilmiştir. Bu süreçte, ‘Üçüncü Yol’ ya da ‘devrimci ilkeler’in sözünü etmemişler ve yine muhtemel adayların kendi taleplerine ne ölçüde uzak ya da yakın olduğuna ilişkin hesaplar yapmamışlardır. Bu yerel seçimlerde AKP için hayati önem arz eden yerlerde aday çıkarmayarak, o seçimlerden AKP rejimini sarsan bir sonucun ortaya çıkmasına büyük katkıda bulunmuşlardır. İstanbul’da İmamoğlu’na açık, Ankara’da da Yavaş’a dolaylı olarak verilen destek, bir anlamda HDP’nin ‘Türkiye Partisi’ olma iddiasında samimi olduğunun Türkiye kamuoyuna güçlü bir ilanı anlamına da gelmiştir.

Ne var ki benzer bir siyaseti, Kürt seçmenin yine belirleyici bir rol oynayacağı kesin olan 2023 seçimlerinde görmek mümkün olmayacaktır. Bu seçimde Kürt seçmenin desteği olmadan muhalefetin herhangi bir adayının Erdoğan karşısında ciddi bir varlık göstermesi mümkün değildir. O nedenle Kürt hareketinin mevcut rejimi değiştirecek ya da onu zayıf düşürecek bir seçim politikasını hayata geçirmesi için tüm koşullar hazır gibidir. Ne var ki koşullar bu kadar elverişli iken, Kürt hareketinin liderlerinin tüm yaptığı, en erken tarihlerden itibaren Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyeceklerini ilan etmek olmuştur. Ve bu süreçte hiçbir HDP sözcüsü, Kılıçdaroğlu’nun şansının diğer muhalefet adaylarına göre daha yüksek olduğunu iddiaya kalkışmamıştır. Tabii bunda da bir tuhaflık yoktur, çünkü HDP az şansı olan ya da en az şansı olan değil, hiç şansı olmayan bir adayı desteklemektedir.

Ama zaman zaman medyada Kılıçdaroğlu’nun kazanma potansiyelinin tartışıldığı durumlarda HDP sözcüleri, pozisyonlarını mantıklı bir biçimde savunamadıkları için bu sorunu demagojik açıklamalarla geçiştirmekten başka bir yol bulamayacaklardır. HPD’nin önemli figürlerinden Sırrı Süreyya Önder, ‘kazanacak aday’ söylemi hakkında şunları söylerken, aslında bu konuda kendisine sorulan soruya yanıt veremeyeceğini itiraf etmektedir: Kazanacak adaysa sana ne ihtiyacı var, zaten kendi kendine kazanır. Kazanacak aday Recep Tayyip Erdoğan, o zaman git ona çalış, öyle gözüküyor. Bu siyaseten yanlış bir laf.’[6] Nispeten deneyli bir siyasetçi olan Önder’in, ‘kazanacak aday’ söyleminin sadece Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile ilgili olarak konuşulduğunu bilmemesi elbette mümkün değildir. Ancak Önder’in Kılıçdaroğlu’nun kazanma potansiyeli üzerine söyleyecek hiçbir ciddi argümanı olmadığı için, konuyu ve soruyu bu demagojik yanıtla geçiştirmeye çalıştığı apaçık ortadadır. HDP gibi seçmenlerinin oyu seçimin kaderini belirleyebilecek olan bir siyasi partinin sözcüsünün, destekledikleri adayın kazanma potansiyeli üzerine söyleyecek laf bulamaması, ki bu tuhaflık HDP’nin tüm sözcüleri için de geçerlidir, ister istemez ‘acaba HDP bu destek kararını gerçekten de özgür bir tartışma sonucunda mı aldı?’ haklı sorusunu gündeme getirmekte.

Bu konudaki sis perdesine rağmen, şu kadarı da biliniyor: Birinci olarak 2019 seçimlerinde HDP’nin yerel seçimlerdeki pozisyonu uzun tartışmalar sonucu belli olmuştu. Oysa 2023 seçimlerinin henüz tarihi bile belli değilken, Kürt hareketinin Demirtaş ve Türk gibi bir dizi önde gelen sözcüsü, HDP henüz bir karara varmadan çok önceleri Kılıçdaroğlu’nun adaylığına desteklerini ilan etmişlerdir. İkinci olarak 2019 seçimlerinden farklı olarak 2023 seçimlerinde İmralı’dan kamuya yönelik hiçbir açıklama gelmeyecektir. Bu da kafalarda ister istemez, ‘İmralı bu kez pozisyonunu başka kanallardan mı bildirdi?’ sorusunu uyandırmaktadır. En nihayet 2019 İstanbul seçimlerinde Kandil, -destekledikleri adayı korumak adına- ‘AKP’ye oy yok’ çağrısı yapmışken, 2023 seçimlerinde bu konuda göstermesi gereken asgari dikkati her nedense göstermemiş ve ‘Oylar Kılıçdaroğlu’na’ açık çağrısında bulunmuştur. Bütün bunlar dikkate alındığında, şu anda net bir şekilde bilinmesine imkân olmayan faktörlerin, Kürt hareketinin Kılıçdaroğlu’nun adaylığına verdiği destekte etkili olmuş olabileceğini düşündürmektedir.

Kürt Hareketi için İkinci Tur Nasıl Referanduma Dönüştü?

Kürt hareketi 2023 seçimlerine giden süreçte aday destekleme kriterlerini, adayların programlarına göre belirleneceğini belirtmiş ve ‘ilkesel’ olarak tanımladıkları bu yaklaşımla Kılıçdaroğlu’nun adaylığını net bir biçimde desteklemiştir. Bir başka deyişle onların gözünde cumhurbaşkanlığı seçimi, Erdoğan’ın ya da rejimin kaderini belirleyecek bir referandum değildir.

Ne var ki ikinci tur öncesinde HDP’den gelen açıklamalar, seçimlerin bu kez kelimenin gerçek anlamında bir referandum olarak görüldüğünü ortaya koymuştur. Kılıçdaroğlu’nun birinci turun ardından Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ile imzaladığı protokole HDP’nin gösterdiği tepki, Kürt hareketinin muhalefet adayına desteğini, adayın programına değil, seçimin politik anlamına göre belirlediğini açık bir şekilde göstermektedir. Oysa daha birkaç ay önce aynı hareketin sözcüleri, Yavaş’ı desteklemelerinin kesinlikle mümkün olmadığını beyan ederken gerekçe olarak, Yavaş’ın geçmiş siyasi görüşlerine ve Kürt hareketinin taleplerine olan yaklaşımına atıfta bulunmuşlardı.

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur öncesinde Ümit Özdağ ile imzaladığı yedi maddelik protokol hakkında sorulan soruya yanıt verirken, kendisinin ve diğer HDP sözcülerinin aylar öncesinde Yavaş’ın adaylığı konusunda ortaya koydukları tutumdan son derece uzak şeyler söyleyecektir. Bilindiği gibi Kılıçdaroğlu-Özdağ protokolü, belediye başkanlıklarına kayyum atanması uygulamalarına devam edileceğini açık bir şekilde belirten bir madde içermekteydi. Buldan ise bu konuyu, ‘Biz Ümit Özdağ’ın ırkçı ve faşist söylemlerine asla takılmıyoruz’ diye geçiştirirken, seçimin politik anlamı ve önemi konusuna işaret etmektedir. HDP’nin her şeye rağmen ikinci turda da muhalefet adayına oy verilmesi çağrısı şu gerekçe ile yenilenmektedir: ‘Türkiye’nin rahat bir nefes alabilmesi için ve ikinci turda Erdoğan’ın kaybetmesi ile birlikte bütün meselelerin rahatlıkla çözülebileceği, demokratik adımların atılabileceği, Türkiye’nin barışa ve huzura ama aynı zamanda refaha kavuşabileceği bir ortamı yaratabilmek elbette ki bu seçimlere bağlı.’[7] 

Görüldüğü gibi HDP sözcüsü, iki tur arasında muhalefetin adayına oy çağrısı yaparken, bu seçimin esas olarak Erdoğan’ın kazanması ve kaybetmesi ile ilgili bir referandum olduğunu açık bir şekilde belirtmektedir. Buldan’a göre muhalefet adayının kimle ne anlaşması yaptığı, hangi protokolü imzaladığı önemli değildir. Çünkü seçimin sonucu denildiğinde söz konusu olan tek bir şey vardır, o da Kürt hareketinin program hedefleri için mücadele edebileceği bir ‘ortam’ın yaratılmasıdır. Görüldüğü gibi Buldan artık, kendisinin ve Kürt hareketinin diğer sözcülerinin daha önce kullanmaktan bıkmadıkları, ‘ilkeler’, ‘program’, ‘demokratik talepler’ vb. gibi, referandum niteliği taşıyan bir seçimde hiçbir anlamı olmayan kavramların sözünü etmemektedir. Bir başka ifadeyle aylar önce ‘Yavaş’a oy yok’ diyerek yapılan yanlışı, şimdi -Özdağ ile anlaşmış- ‘Kılıçdaroğlu’na desteğe devam’ diyerek bir anlamda düzeltmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz doğru bir şey yapılmaktadır. Ne var ki HDP benzer bir pozisyonu aylar önce alsaydı, belki ‘Altılı Masa’nın Erdoğan’ı alt edecek ya da en azından onu zorlayacak veya muhtemel bir zaferini ona pahalıya ödetecek bir politika yürütmesine katkıda bulunmuş olabilecekti.

Gelecek Yazı:

Türkiye Siyasetine Seçimler Aynasından Bakmak V

Türkiye İşçi Partisi ve Kürt Hareketi

Türkiye İşçi Partisi ve Cumhurbaşkanlığı Adaylığı

 

 

 

 



[1] https://www.youtube.com/watch?v=f4w1aYGTTPU

[2] https://www.birgun.net/haber/ahmet-turk-kilicdaroglu-aday-olursa-ona-oy-vermeyi-dusunuyoruz-407343

[3] ‘Meral Danış Beştaş: Karşı Çıktığımız Tek İsim Mansur Yavaş’, Gazete Duvar, 7 Ocak 2023,

[4] Demir Küçükaydın’ın Kassandra Laneti başlığı altında bir araya getirdiği bu yazılarının tamamı şu linkten indirilebilir: https://disk.yandex.com.tr/d/0d7l3bnRYAkFTw

[5] Bu konuda Barış Süreci: Söylem Pratik Çöküş başlıklı çalışmama bakılabilir (Versus Yayınları, 2022).

[6] https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/sirri-sureyya-onderden-aksenere-kazanacak-aday-recep-tayyip-erdogan-o-zaman-git-ona-calis-2055278#google_vignette

[7] ‘HDP’li Pervin Buldan: Ümit Özdağ’ın ırkçı ve faşist söylemlerine asla takılmıyoruz’, Duvar, 27 Mayıs 2023, https://www.gazeteduvar.com.tr/hdpli-pervin-buldan-umit-ozdagin-irkci-ve-fasist-soylemlerine-asla-takilmiyoruz-haber-1620645

Pirandello’yu Hatırlarken

  Türkiye Siyasetine Seçimler Aynasından Bakmak I İtalyan yazar Luigi Pirandello, 1929 yılında sahnelenen Beni İstediğin Gibi adlı oyununda...