Fransa’nın sürpriz sonuçlar doğuran seçimleri hiçbir zaman sadece bu ülkenin seçimleri olmamıştır. O nedenle bu son seçimlerin de sadece Fransa için değil daha da ötede Avrupa kıtası ve dünya için de neleri ifade edebileceğini anlamak üzere, belki de her şeyden önce dünyayı yönetenlerin ne söylediğine bakmak gerekli olabilir. Ama bunun için dünya elitinin ya da onların sözcülerinin açıklamalarını beklemek gerekmez. Onun yerine The Economist’in seçimler sonrasındaki yeni sayısına bakmak yeterlidir. Ömrü yaklaşık iki yüzyıla yaklaşan bu dergi, geçmişte olduğu gibi günümüzde de dünya elitinin dikkatle izlediği -aslında bir dergiden çok ötede- adeta bir kurumdur.
Yakın zamanlarda The Economist üzerine bugüne kadar yapılmış en kapsamlı çalışmalardan birini gerçekleştirmiş olan Alexander Zevin, bu derginin1930’lu yıllardaki aboneleri arasında şu isimleri saymakta: ABD başkanı Franklin D. Roosevelt, İtalya başbakanı Benito Mussolini, İspanya cumhurbaşkanı Manuel Azana, Almanya Şansölyesi Heinrich Brüning ve Hitler’in maliye bakanı.[1] Zevin The Economist’in günümüzde de benzer bir elit okuyucu kitlesine sahip olduğunu hatırlatır. Elbette derginin bu özelliği, onun dünya kapitalizminin en genel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan bir gözlemci ve yorumcu olmasından kaynaklanıyor.
Fransa gibi önemli bir ülkede yaşanan seçimlerin bu derginin gündemine girmemesi elbette beklenemezdi. Gerçekten de The Economist, üstelik daha son seçimlerin birinci turunun bile yapılmasını beklemeden çok ilginç bir kapak ve yorumla çıktı. Belli ki dergi için birkaç hafta önce yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları ona, Fransa’yı bekleyen siyasal (ve toplumsal) istikrarsızlığı ve bunun ifade ettiği vahameti tanımlamak için yeteri kadar veri sağlıyordu. 29 Haziran 2024 tarihli sayının kapağında yer alan parçalarına ayrılmış üç renkli Fransız bayrağı, Avrupa’nın bu dev ülkesinin bölünmüşlüğünü simgeliyor. Kapaktaki deseni, Yeats’ın ünlü ‘Second Coming’ adlı şiirinin çok bilinen bir dizesi tamamlamakta: ‘Artık merkez tutunamaz’. Yeats’ın bu şiirinin tasvir ettiği katastrofik koşullar dikkate alındığında belli ki The Economist, Fransız siyasal yaşamında gerçekleşen ve muhtemelen kalıcı olacağını öngördüğü bu bölünmenin Fransa -ve belki de Avrupa ve dünya için- ifade ettiği risklerin büyüklüğünü hatırlatıyor. Derginin konuyla ilgili yazısının başlığı da şöyle: ‘Emmanuel Macron’un merkezcileri birinci turda felaketle karşı karşıya’.[2]
Kapitalizmin üç büyük ülkesi ABD, İngiltere ve Fransa, son on yılların neoliberalizm dönemini iki partili ya da iki kutuplu ve dolayısıyla siyasal olarak nispeten istikrarlı sistemler olarak yaşadılar. Bu süreçte İngiltere’de 2000’li yıllarda ortaya çıkan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) İngiltere siyasal yaşamına getirdiği istikrarsızlık ve sonunda Brexit’e, yani bu ülkenin Avrupa Birliği’nden kopuşuna kadar giden süreçteki etkisi hala akıllarda. Ve şimdi, üstelik İngiltere ve ABD’den farklı olarak bu ülkede hiç de köklü olmayan iki kutuplu siyasal sistem adeta çökmüş durumda.
Kuşkusuz Fransız siyasetinin üçe bölünmüşlüğü Frexit’e (Fransa’nın AB’den kopuşuna) gidecek bir süreci akla düşürmüyor. Ne var ki şu an gelinen koşullar, Fransa’da siyasal ve toplumsal istikrarın öngörülebilen bir gelecekte kolay kolay sağlanamayacağını da gösteriyor. Dahası bütün bunların son kırk yılda neo-liberalizme en güçlü bir şekilde direnmiş bir ülkede yaşanmasının, dünyanın ekonomik ve siyasal elitlerini endişelendirmesi anlaşılır bir şey olmalı.
Fransa Seçimlerinin Şaşırtıcı Sonuçları
Fransa siyaseti dünyayı şaşırtmaya devam ediyor. Önce Haziran başlarında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın dev başarısı, ardından Macron’un meclisi feshi, sonra sadece birkaç gün içinde solun Yeni Halk Cephesi’ni oluşturması ve nihayet seçimlerin ilk turunda aşırı sağ ve Yeni Halk Cephesi başarılı sonuçlar alırken, Macron’un partisinin yaşadığı bozgun. Bütün bunların üzerine 7 Temmuz’da yapılan ikinci turdan Yeni Halk Cephesi’nin birinci siyasal güç olarak çıkışı, haftalardır hükümet kurma ihtimali üzerine konuşulan Marine Le Pen’in partisinin ise Macron’un partisinden bile daha gerilere düşüşü.
Son beklenmedik gelişmeyi belirleyen, ikinci turda Yeni Halk Cephesi’nin uyguladığı seçim taktiğiydi. Fransız seçimlerinin ilginç bir özelliği vardır. Birinci turda seçilmesi istenen adaya oy verilirken, ikinci turda seçilmesi istenmeyen adaya karşı oy verilir. Bunun bir ifadesi olarak ikinci turda adaylar, belli bir adayın kazanmasını önlemek ya da başka bir adayın kazanmasını sağlamak üzere adaylıktan çekilirler. Bu bazen partiler arasındaki anlaşmalarla gerçekleşir. Bazen de adaylar seçmenlerinin baskısıyla ya da tamamen kişisel bir kararla seçimden çekilirler. Bu uygulama, Fransa seçim pratiğinin adeta olmazsa olmazıdır.
7 Temmuz seçimlerinin sonuçlarını belirleyen de yine bu geleneksel taktiğin -üstelik biraz daha yaygınlaşarak- uygulanması oldu. 200’den fazla sol ve Macroncu aday, aşırı sağ adayın seçilmesini engellemek amacıyla adaylıktan çekildiler. Yeni Halk Cephesi, ikinci turda seçilmesi mümkün görünmeyen adaylarının tamamının çekileceğini ilan etti. Bunun sonucu örneğin Fransız solunun en büyük örgütlenmesi olan Boyun Eğmeyen Fransa’nın adayı, içişleri bakanı Gerald Darmanin lehine adaylıktan çekildi. Böylelikle Macron hükümetinin yabancı düşmanlığında adeta Marine Le Pen ile yarışan bir bakanı, radikal sol örgüt seçmenlerinin oyları sayesinde seçilmiş oldu. Başka pek çok seçim bölgesinde de sol adaylar benzer taktiği uyguladılar.
Ancak bu açıdan 7 Temmuz’daki seçimin bir orijinalliği vardı. Aşırı sağın adaylarının seçilmesini engellemek amacıyla bu taktiği uygulayan sadece Yeni Halk Cephesi olmadı. Pek çok yerde Macroncu adaylar da sol adaylar lehine yarıştan çekildiler; ki bunların arasında Macron’un üç bakanı da vardı. Böylelikle Yeni Halk Cephesi ile Macron’un partisi arasında herhangi bir görüşme ya da pazarlık yaşanmadan ikinci turda fiili bir seçim ittifakı gerçekleşti. Elbette Macron ve sözcüleri bu uygulamalar üzerine tamamen sessiz kaldılar. Ama sonuçta bu taktik uygulama, Marine Le Pen’in partisinin seçimden üçüncü olarak çıkmasına yol açtı. Diğer yanda seçime katılımın yüksek oluşu da, aşırı sağcı partinin umduğu sonucu alamayışında bir diğer etkendi. Pek çok gözlemci, 1997’den beri ilk kez yaşanan bu boyutlarda yüksek katılımın, son yıllarda seçimlere kayıtsız kalmış seçmenlerin aşırı sağın zaferini engelleme refleksi ile açıklanabileceğini belirtiyor.
Seçim sonuçları her şeyden önce Macron için yeni ve büyük sorunlar yaratmış durumda. Başkan’ın partisi daha önce de çoğunluğa sahip değildi ama yine de müttefikleri ile birlikte mecliste 250 kişilik bir grubu vardı. Yasa geçirmek için kendi dışından sadece 39 milletvekilinin desteğine ihtiyaç duyuyordu. Yeni parlamentoda ise bu kez başka partilerden 121 milletvekilini ikna etmesi gerekecek.
Marine Le Pen’in partisinin ise, daha önce 89 milletvekili ile temsil edildiği parlamentoda bu kez 126 milletvekiline sahip olduğu düşünüldüğünde, Ulusal Birlik’in seçimlerden oldukça başarılı çıktığı kesin. Ne var ki en fazla oy alan parti olmasına rağmen bu partinin grubu mecliste üçüncü sırada kaldı. Partinin yönetici ve seçmenleri iktidar yolunda büyük bir momentum yakaladıklarını düşünüyorlardı. Son turun sonuçları bu nedenle onlarda büyük moral bozukluğuna yol açmış durumda.
Sol Ne Yapabilir?
Yeni Halk Cephesi’nin seçim performansı küçümsenmemesi gereken bir siyasal başarıyı ifade ediyor. Elbette sonuçlara ilişkin bir dizi veriyle solun başarısının bir abartıdan ibaret olduğu iddia edilebilir. Ama siyaset sadece sayısal verilerle açıklanamayacak kadar karmaşık bir alan. Fransız solunun bu başarısının hangi bağlamda gerçekleştiği unutulmamalı. Daha bir ay kadar önce aşırı sağ Avrupa Parlamentosu seçimlerinde dev bir zafer kazandığında, sol partiler müthiş bir dağınıklık içindeydiler. Zaten Macron da solun bu bölünmüş ve moralsiz durumuna bakarak meclisi dağıtmış ve seçimlerin yolunu açmıştı. Bu koşullarda sol, sadece üç hafta sonra yapılacak seçimler için birleşik bir güç oluşturmak, yani adeta imkansızı başarmak zorundaydı. O günlerde solun liderlerinin bunu başarabilecek bir taktik beceri göstermesi imkânsız gibi görünüyordu. Sol partiler arasındaki anlaşmazlıklar ve kimi önde gelen figürlerin çok iyi bilinen güçlü egoları bu imkansızlığın nedenleri olarak görülmekteydi. Ne var ki hızla işe girişen sol liderler -elbette militanların ve seçmenlerin baskısı altında- adeta saatlerle ifade edilebilecek bir sürede Yeni Halk Cephesi’ni kurdular. Birkaç gün içinde ‘150 acil tedbir’i içeren bir programda anlaştılar. Bu programda ‘emeklilik reformunun iptali’, ‘asgari ücretin 1600 Euro’ya çıkarılması’, ‘belirli tüketim maddelerinin fiyatlarının dondurulması’, ‘Gazze’de ateşkes ve Filistin devletinin tanınması’ gibi tedbirler öne çıkmaktaydı. Yine hızla ortak aday listeleri hazırlandı ve derhal seçim çalışmalarına girişildi. Sonunda her iki turda da başarılı sonuçlar alındı. Ayrıca ikinci turda pek çok yerde Macron’un partisinin adaylarını seçim ittifakına zorlandı. Pek çok başka yerde de Macroncu adaylar desteklenerek aşırı sağ adayların seçilmesi engellendi. Bütün bunların önemli bir başarı olarak görülmesinde hiçbir abartı yok.
Solun bundan sonra neler yapabileceği sorununa gelince, önce Macron’un ne yapmak istediğine bakma gerek. Macron’un seçim sonuçlarının kendisi ve partisi için açık bir yenilgi anlamına geldiğini görmemesi imkânsız. Zaten tam da bu nedenle, devlet başkanı olarak bir seçim sonrasında yapması gerekeni yapmaktan çekiniyor. Aslında bu seçim sonrasında da, mecliste en büyük grubu olan parti ya da partiler grubundan bir kişiyi hükümeti kurmakla görevlendirmesi gerekiyordu. Kuşkusuz mevcut parlamento aritmetiği yeni bir hükümetin tesisi için büyük zorluklar içeriyor. Ama herkes biliyor ki sonunda Fransa hükümetsiz kalmayacak ve meclisten mutlaka bir hükümet çıkacak. Çünkü Anayasaya göre Macron’un bir yıldan önce meclisi tekrar feshetmesi ve yeni seçimlere gidilmesi mümkün değil. O nedenle siyasal geleneklere uygun bir şekilde başkanın Yeni Halk Cephesi’nden bir siyasetçiyi başbakan tayin ederek bu süreci başlatması gerekiyordu. Ne var ki Macron işi sürüncemeye bırakmayı tercih etti. Önce seçimlerin bir kazananı olmadığını iddia etti. Ardından istifa eden başbakanından yeni hükümet kuruluncaya kadar yönetimde kalmasını istedi. Sonra da Fransız siyaset sınıfını, bir çoğunluk hükümetini oluşturmayı hedefleyen görüşmeler yapmaya davet etti.
Macron’un niyeti çok karmaşık değil. Muhtemelen kafasında bir tür ‘Ulusal Birlik Hükümeti’ formülü mevcut. Söz konusu olan elbette tıpkı öncekiler gibi özünde merkez ve merkez-sağın egemen olduğu bir hükümet. Şimdi Macron bu hükümete Yeni Halk Cephesi’nden bazı katılımlar sağlama peşinde. Bu da olmayacak bir şey değil. Yeni Halk Cephesi’nin kimi bileşenleri içinde, Macron cephesi ile ‘ilerici bir blok’ oluşturma eğiliminde olanlar yok değil. O nedenle bu projenin bir hayalden ibaret olduğunu söylemek zor. Ne var ki Yeni Halk Cephesi’nin ezici çoğunluğu bu tarz bir hükümete karşı. Ayrıca Macron’dan nefret cephenin seçmenleri arasında çok güçlü bir duygu. Dolayısıyla Ulusal Birlik Hükümeti’ne soldan katılımın gerçekleşmesi kolay bir şey değil.
Bu durumda solun atacağı adımlar ne olabilir? Şu anda Yeni Halk Cephesi, hükümet kurmaya talip olduğunu ısrarla belirtiyor. Bir azınlık hükümeti kurarak, geniş kitlelerin ekonomik ve sosyal problemleriyle ilgili önemli değişimleri kararnameler yoluyla gerçekleştirmeyi ve siyasal atmosferi kendi lehine değiştirmeyi öngörüyor. Fransız halkının büyük çoğunluğunun yakıcı sorunlarıyla ilgili icraatların, aşırı sağın demagojik gündemini geriye iteceği ve aşırı sağ seçmenlerinin en azından bir kısmının solun gündemine yöneleceği düşünülüyor. Gerçekten de geçmişte sendikalar güçlü sosyal hareketler oluşturduklarında, aşırı sağın göçmenleri ve onlarla bağlantılı güvenlik sorunlarını merkeze alan gündeminin ortadan kalktığına defalarca şahit olundu. Dolayısıyla Yeni Halk Cephesi’nin hükümet icraatı ile tabanını genişletme stratejisi bir hayal gibi görünmüyor.
Yeni Halk Cephesi’nin Kırılganlığı
Bu noktada Yeni Halk Cephesi’nin zaafları da irdelenmesi gereken önemli bir konu. Cephe önce dokuz parti tarafından oluşturuldu. Sonra buna çok sayıda parti, örgüt, sendika vb. de katıldı. Ancak cephenin önde gelen dört bileşeni var: Boyun Eğmeyen Fransa, Sosyalist Parti, Yeşiller ve Fransız Komünist Partisi. Üye ve sempatizan kitlesi, seçimlerde aldıkları oylar, parlamentoda ve yerel yönetimlerde temsil durumları dikkate alındığında, cephe içinde bu dört parti öne çıkıyor.
Zaaflar ya da Yeni Halk Cephesi’nin kırılgan yapan konular söz konusu olduğunda ilk ele alınması gerekenler, Sosyalist Parti ve Yeşiller olmalı. Çünkü çok güçlü olmasa da Macron ile işbirliği eğilimi sadece bu iki parti içinde var. Sosyalist Parti, özellikle içinden çıkardığı başkanların (1981-1995 Mitterrand ve 2012-2017 Holland) dönemlerinde reformist sosyalizm idealinden uzaklaşmış, ardından büyük krizler yaşamış, ancak son birkaç yılda ideolojik ve siyasal kökleriyle yeniden bağ kurma yoluna girmiş bir parti. Diğer yanda Sosyalist Parti’nin son Avrupa Parlamentosu seçimlerine -reformist sosyalizmle ve işçi hareketiyle pek bir yakınlığı olmayan- ‘merkez-sol’cu Place Publique ile ortak liste yaparak girdiğini de hatırlatmak gerek. Çok yakınlarda gerçekleşmiş olan bu işbirliği, Sosyalist Parti içinden bazı unsurların Macron’un Ulusal Birlik Hükümeti projesine karşı yeterince dayanıklı olmayabileceğinin bir göstergesi olarak okunabilir.
Yeşiller’e gelince bu hareket -Avrupa’daki pek çok benzerleri gibi- ekoloji mücadelesini antikapitalist bir çerçeveye oturtamamış durumda. Kapitalizmle barışık bir ekoloji mücadelesinin ise yeterince reformcu bile olamayacağı açık. Bu nedenle tıpkı sosyalistler gibi Yeşiller arasında da, Macron gibi ‘merkezci’ bir dil kullanan neo-liberallerin çekimine direnemeyenler sık sık çıkabiliyor. Ama işte pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da sağ partiler çevre mücadelesine o kadar duyarsızlar ki, bu koşullarda Fransız Yeşiller’i de kendilerini solda görmekten vaz geçemiyorlar.
Yeni Halk Cephesi’nin bir diğer önemli bileşeni olan Fransız Komünist Partisi, antikapitalist karakterde bir reformist sosyalizmi benimsemiş geleneksel bir sol parti. Geçmişte çok uzun yıllar Fransız solunun en önemli unsuru olan Fransız Komünist Partisi, son yirmi yılı aşkın bir süredir başkanlık seçimlerinde yüzde 2-3 oranında oy almakta. Ama seçimlerde diğer sol örgütlerle kurduğu ittifaklar sayesinde parlamentoda ve yerel yönetimlerde temsil edilmeyi hala sürdürüyor. Ayrıca partinin sendikal harekette geleneksel bir yerinin olduğu da unutulmamalı. Bu özellikleriyle Fransız Komünist Partisi’nin Yeni Halk Cephesi’nin belki de en uyumlu bir bileşeni olduğu söylenebilir.
Boyun Eğmeyen Fransa’ya gelince, bu parti (ya da hareket) Yeni Halk Cephesi’nin sadece en güçlü bileşeni olarak değil, siyasal anlamda en radikal bileşeni olarak da öne çıkmakta. Partinin kurucusu, lideri, teorisyeni, sözcüsü -adeta her şeyi- olan Jean-Luc Melenchon, 2017 ve 2022 başkanlık seçimlerinde yüzde 20 dolaylarında oy almış bir sol siyasetçi. Boyun Eğmeyen Fransa’nın meclis ve yerel seçimlerdeki oy oranı ise yüzde 10-15 dolaylarında. Bu açıdan bakılınca günümüzde Boyun Eğmeyen Fransa sadece Fransa’nın değil, Avrupa’nın da en güçlü radikal sol örgütlenmesi konumunda.
Diğer yanda Boyun Eğmeyen Fransa, birçok açıdan Fransız solunda bir yeniliği temsil ediyor. Bu ülkede önde gelen sol partilerin tamamı, Fransız Komünist Partisi, Sosyalist Parti ve çeşitli Troçkist örgütler, daima geleneksel işçi hareketiyle bağlantılı örgütlenmeler oldular. Boyun Eğmeyen Fransa ise esas olarak seçimler ve sosyal hareketler vesilesiyle toplumun tüm kesimlerine siyasal müdahalelerde bulunan bir örgütlenme. Ayrıca son yıllarda bu partinin göçmen gençlerin solla bağlantılı siyasallaşmasında önemli bir rol oynadığını, bu açıdan bugüne kadar bu ülkede sol partilerin hiçbirinin yapamadığını bir ölçüde de olsa yapabildiğini vurgulamak gerekir
Boyun Eğmeyen Fransa nispeten yakın bir tarihte, 2016 yılında Jean Luc Melenchon tarafından Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun sol popülizm teorisine uygun bir örgütlenme olarak inşa edildi. Bu nedenle Fransız solunun geleneksel solla bağlantılı örgütlerinden oldukça farklı bir örgütlenme biçimi ve kültürüne sahip. Boyun Eğmeyen Fransa’nın, Paolo Gerbaudo’nun 2019 yılında yayınladığı çalışmasında tanımladığı türden bir ‘Dijital Parti’ olduğu da söylenebilir.[3] Gerbaudo, İtalyan Beş Yıldız Hareketi’nden İspanyol Podemos’a, oradan Boyun Eğmeyen Fransa’ya kadar bu yeni tip örgütlenmelerde üyelerin parti ya da hareketle bağlantısının esas olarak dijital araçlarla gerçekleştirildiğine işaret etmekte. Geçmişte geleneksel sol örgütlerde var olan, parti tabanı ile yönetimi arasındaki bağlantıyı (karşılıklı etki ve denetimi) sağlayan bir tür parti bürokrasisi bu yeni tip partilerde mevcut değil. Önemli kararlar ya da yönelişler, ‘merkez’in ya da ‘liderler’in formüle ettiği seçeneklerin üyelere sunulduğu dijital plebisitlerle belirlenmekte. Gerbaudo bu yeni örgütsel kültürün, söz konusu partilerin üstelik en iddialı oldukları bir alanda -demokrasinin örgüt ve hareket içinde en ileri düzeyde gerçekleştirilmesi alanında- tamamen tersi sonuçlar verdiğini ve bunların beklenmedik bir biçimde örgütsel demokrasiden uzaklaştıklarını hatırlatmakta.
İlginç bir şekilde diğer dijital partilerden de farklı olarak Boyun Eğmeyen Fransa’da, sadece temel kararlar ve yönelişler değil, üst ve orta düzeydeki atama ve görevden almalar da sadece merkezin kararı ile gerçekleşmekte. Bir başka ifadeyle dijital partilerde üyelerin ‘merkez’i ya da ‘liderleri’ denetleyecek araçları zaten ya yoktur ya da son derece zayıftır. Boyun Eğmeyen Fransa’da ise ‘merkez’in, ‘liderler’in ya da ‘lider’in belirleyiciliği en aşırı boyutlara vardırılmış durumda.[4]
Bu özgün örgütsel yapısı ve kültürü nedeniyle Boyun Eğmeyen Fransa’da, üyelerle yöneticiler arasında çatışma ve gerilimler çok sık bir şekilde yaşanmakta. Diğer sol örgütlerden farklı olarak bu örgüt istifalar, protestolar ya da örgütsel tasfiyelerle çok daha sık bir şekilde gündeme gelmekte. Doğal olarak bu farklı örgütsel kültürün, Boyun Eğmeyen Fransa’nın kendi dışındaki solla ilişkisinde de çatışma ve gerilimlere yol açması şaşırtıcı olmamalı.
Sonuç olarak Yeni Halk Cephesi’nin bu en büyük bileşeninin bu atipik ve o ölçüde de antidemokratik siyasal kültürü, muhakkak ki cephenin diğer bileşenleri ile ilişkisini etkileyecek. Bu etkinin Yeni Halk Cephesi’nin gelişmesinde nasıl bir rol oynayacağını herhalde önümüzdeki aylar (ya da belki de yıllar) gösterecek.
[1] Alexandre Zevin, Liberalism at
Large, The World According to The Economist, Verso Books, 2019.
[2]
https://www.economist.com/europe/2024/06/27/emmanuel-macrons-centrists-are-facing-a-disastrous-first-round-vote.
[3] Paolo Gerbaudo, The Digital Party: Political Organisation and Online Democracy, Verso Book, 2019.
[4] Mathieu Dejean, ‘Démocratie au sein de La France insoumise : des militants avancent en terrain miné’ Mediapart, 11 fevrier 2024.
Marco Guglielmo, ‘Anti-party Digital Parties Between
Direct and Reactive Democracy. The case of La France Insoumise’, Oscar Barbera,
Giulia Sandri, Patricia Correa, Juan Rodriguuez-Teruel, Digital Parties –
The Challenges of Online Organisation and Participation, Springer 2021
içinde (pp. 127-149).